Posts

Jeder kann hier schreiben, veröffentlichen / Bu sayfalar herkese açık

Bild
Gece   İstenmeyen bir misafir gibi gelip odanın ortasına oturmuştu karanlık. Işık yanmıyordu. Dışarıdan, komşu pencerelerden yansıyan aydınlık tercih edilmişti teklifsiz. Erkek ve kadın yan,yana duran iki koltuğa oturmuş, kaçamak bakışlarla birbirini izliyordularsa da, dışarı ile ilgileniyorlarmış gibi, karşıdaki yüksek yapıya, bahçedeki kavak ağaçlarının kıpırtısız yapraklarına bakıyorlardı. Gözleri karşılaşmasın diye, pencerenin öte yakasında olup bitenle ilgilenmeleri inandırıcı değildi. Kadın yeni bir sigara yakarken, kendinden emin, teselli edici bir tonla konuştu.   'Bu iş böyle yürümez!'   O anın sessizliğine kendini kaptırmış erkek irkildi, bakışlarını pencereden yere indirdi. Sehpanın üzerinde duran, adını bilmediği (zaten çiçek isimlerine onun merakları arasında yer yoktu) saksıya, küllüğe ve o ülkenin sert içimli sıgarasına yöneltti acele etmeden.   Kadın ince uzun burnunu kaşırken, konuşmak için neden bulmuş gibi sürdürdü.   'Ne yapmayı d...
Bild
  Ebru Sanatı Bu hafta uzun yıllardır Berlin’de yaşayan ve bir çikolata fabrikasında çalışan Erol Demir’in, pek bilinmeyen Ebru sanatı ile ilgili çalışmasını konu alıyoruz. Erol aynı zamanda fotografla da haşır neşir. "Ebru sanatını ben şöyle tanımlıyorum: Boyalarla suyun dansı. Bu dansın nerde baslayacağını sen belirlersin, duracağı yeri belirleyemezsin. Bu sanatın geçmişi 1400‘lü yıllara kadar uzanmakta. O zamanlar ve sonraki yıllarda kitap ve süsleme alanlarında kullanılmış, günümüzde de az da olsa devam etmekte. Ebruyla tanışmam Istanbul’da,   orta okul yıllarında oldu. Şehzadebaşı‘nda   ZEVK CİLTEVİ’ne kitaplarımı kaplamaya gidiyordum. Bozdoğan Kemeri‘nin hemen dibindeydi . Aynı zamanda   o bölgenin otantik yapısı da ilgimi çekiyor ve fırsat buldukça ara sokaklarında kaybolmak bana başka bir duygu veriyordu. Cilt evinde amcamın bazı kitaplarını ciltlerken, özel kağıtlar kullandığını gördüm.   Sordugumda; Ebru kağıdı olduğunu söylemisti. Sözkonusu ka...
                                          Simon IV Yusuf MİRZANLI   K enan göl kıyısındaki boş taxi durağına girdi. Oldukça sıcak hava bitkin düşürmüştü. Taxisisni duragın en sonuna park etti. Yirmi sene önce tanıştığı gölün etrafını dolaşmaya çıktı. Kentin Doğu kesiminden Margit’le birlikte buraya taşınmış, oğulları burada doğmuş ve haala da, ayrılmalarına karşın, ikisi de bu semmte oturuyorlardı. O zamanlar sakindi bu mahalle. Yüzde doksanı Almandı, CDU’nun kalesiydi buralar. İşyerleri kapandıkça, diğer semtlerden, diğer ülkelerden yabancılar taşındıkça, onlarla beraber alkolikler, uyuşturucu kullanıcıları da türemeye başlamış, gölün yüzeyi, plastik, bira şişeleri ve etrafı insan kalabalığından geçilmez olmuştu. Anacaddenin üzerindeki Alman dükkanlarının yüzde kırkı yabancılara aitti artık. ‘Önce esnafları gelir, ardından kriminalleri. Polonya’lılar yet...

Jeder kann hier schreiben, veröffentlichen / Bu sayfalar herkese açık

  Simon III Yusuf MİRZANLI   A lışv eriş merkezinin bulunduğu meydana çıktı. Daha iyi bakmak için gözlüklerini çıkarıp, beyaz tişörtü ile silmek için durdu. Ortalık bu sıcakta bile insan kaynıyordu. Kendi yaşıtları yabancı gençler gruplar halinde, amaçsızca turlarken, küçük çocuklar gibi birbirlerine vuruyor, bağırarak konuşuyorlardı. Daha yirmisinde bile olmayan başı kapalı genç kadınlar   enaz üç çocukla ortalıkta dolanıyor, tüketim gemisine doğru bebek arabalarını sürüklüyor, ellerinden tuttukları çocukların ağlama, vıyaklamalarına arada bir kendi dillerinde bağırarak azarlıyorlardı. Bir iki dakika susan çocuk, bu defa yeniden ve yüksek perdeden başlıyordu. Simon sanki başka bir dünyadaydı. Biran önce metroya inmek için hızlandı. Tam girişte, karşıdan gelen bir grup karakafalı gençlerden ikisi ona çarpıp, gene o gürültülü halleri ile arkalarına bakmadan yürüdüler. Ne bir özür, ne pardon. Nerdeyse yere düşüreceklerdi. Dikkatlice yürüyen merdivenlere doğru yürürken, li...
                               Simon II  Yusuf MİRZANLI E linde, iç,dış kapıyı, posta kutusunu, yetmezmiş gibi binanın en alt katında bulunan, bisikletlerin, kullanılmayan eşyaların konulduğu depoyu, çamaşırhaneyi açan ve adını ‘sihirli nesne’ koyduğu anahtarla dördüncü kattaki evin kahverenkli, ağır tahta kapısını açarken, içinden ‘inşallah bizim gözlüklü cadı henüz işten gelmemiştir’ diye geçirdi. Dileği gerçekleşmemişti. Annesi her zamanki yerinde, mutfaktaki yuvarlak, açık renk ağır masanın başında, sıklıkla olduğu gibi elinde kahve fincanı oturmuş, kendisine bakıyordu. Bir gün önce, gene aralarında alışveriş ve temizlik konusunda şiddetli bir kavga geçmişti. Simon hiç oralı olmadan elindeki poşetle odasına kapandı. Üç yıl önce aldığı, zamanla daha da güçlendirdiği bilgisayarını açtı. Annesinin sinir edici yakınmaları duyuluyordu uzaklardan bir yerde. Gene çok uzaklardan bir yerlerde, Am...

Öykü

  SİMON Yusuf MİRZANLI   Kentin bu Kuzey ilçesi Nuhun Gemisi’ne benziyordu. Başkent’e akın eden yabancıların büyük kısmını teşkil eden Doğu Avrupa’nın köylüleri, Suriyeli akını sonucu, sokaklardaki görüntüleri, konuşmaları ile, semtteki Anadoluluların oluşturduğu çoğunluk artık farkedilmiyordu. Bir kilometre uzunluğundaki anacaddeninin üzerindeki dükkanların üçte ikisi göçmenlerin elinde, buna hergün yenileri eklenmekte. Her marketin önünde Romanlar oturmuş, bazıları vücütlarındaki sakatlılıkları sergiliyerek, her yaştan kadınlar sızlamalı bir sesle Almanlara İsa ve annesinin adını, Müslüman olduklarına kani getirdiklerine selamun aleykümlü sözleri bıkıp, usanmadan tekrarlıyarak   o kadim meslekleri olan dilenciliği icra ediyorlardı. Tepenin üzerindeki küçük parkta ise, genç erkekleri içki içip, aralarında şakalaşarak sohbet ediyor. Yere atılmış çöplerle, plastik şişelerle, yabancı marketlerin loğosunu taşıyan, yoldan geçen arabaların havalandırdığı plastik torbalar s...