Shakespeare
Lanet olsun, ne bakıyorsunuz? Evet Siz. Demek farkına varmadınız, deminden beri beni gözetlediğinizi? Sizin dik, dik baktığınız bu insancık bir zamanlar bendim. Evet, bu yatakta yatıyorum ve çok az hareket edebiliyorum. Evet, pek yakında sona erecek herşey. Evet, evet, evet. Odada herkes birşeyle meşgul. Burası bir işyeri mi?... Hastane işyeri...Nasıl bir meşguliyet ama! Ama kimse benimle ilgilenmiyor. Kimse yanımda oturmuyor, konuşmuyor, beni dinlemiyor, sadece elimi tutun yeter.
Gene ziyaretçi. Benim için değil, mide
tüpü ile diğer yatakta yatan kadın için. Benim tek ziyaretçim Klara. Sadece benim
üvey kızım beni ziyaret ediyor zaman zaman. O’nun işi çok, başka bir şehirde
yaşıyor, ama neyse ki küçük arabası ile gelme imkanı var. Hemen hemen her pazar,
benim için yollara düşüyor. Bir hafta nasıl bu kadar uzun ve sonsuz olabilir!
Gün boyunca hiç kimse bana bir bakış
bile atmıyor. Ben de kimsenin gözlerine bakışlarımı dikmiyorum. Viziteye
geldikleri zaman, ellerim ıslak ve kalbim sanki koşuya çıkmışım gibi atıyor.
Kaç tane doktor ve hemşire kontrole geliyorlar? Sonra gözleri ya yatağımda veya
karnımda takılı kalıyor. Elleriyle vücüdumu yoğuruyorlar, ben acı içinde tepki
verene kadar. ‘Tümörünüz nasıl acaba bugün?’ Ben kendi durumumu biliyorum. Hemşirelerin
gözleri merakla doktorların bakışlarını arıyor, benimkileri değil. Hemşireler
yalnız geldiklerinde de bakışları değiştirilmesi gereken yatak örtülerinde,
veya haala dolu duran yemek kaplarında.
Vücudum haala sıska ve halsiz. Temizlikçi kadınların gözleri sadece toz ve
ziyaretçilerin ayak izlerinde. Bu ultra modern hastane yatağında, burada
yatıyor ve size bakıyorum. Kimse dönüp bakmıyor. Hiç kimsenin gözlerinin içine
bakmıyorum ... ve kimse benimkilere. Biraz önce, yine hepsi burdaydı. Doktorlar, hemşireler, stajyerler. Yatağımın
yanında, burada ayakta... ve oldukça uzakta. Aradabir, sis’te yürümek garip!/ Hayatta yalnızlık olduğunu hissetmek. /
Hiç kimse diğerini tanımıyor, her kes tek başına.
Hayatım gözlerimin önünden geçiyor. Çok üzgün değilim, mutluluk ve acı iç içe. Garip!
Yaşam genellikle, bir değirmen taşı gibi ayaklarımda asılı kaldı. Bir gölün altına
bakmak gibi hissediyorum kendimi, her şeyi ciddiye alıyorum. Her şey gizemli
bir ışık gibi görünüyor. Pek de hoş değil. Burada yatıyorum, genellikle
sırtüstü. Bu durumda kendi, kendimle
uğraşıyorum. Düşüncelerim beni işgal etmiş. Yakında ben artık hayatta
olmayacağım, düşüncelerim de. Ama evet, haklısınız. Dünya hakkında düşünüyorum,
olup olmadığı umurunda gibi, ben düşünsem de, ilgilenmesem de, ben olsam da,
olmasam da ... Kimse düşünmese de, bu soğuk sınır istasyonunda varlığımızın dünü,
bugünü ve tümü vardır. Yaşadığımız gibi mi? Sürekli değişim içinde, gerçekten
duraklamadan destek arayışı içinde.
Uçuş, tüketime yuvarlanış, zehirlenme... yeni uçuş. Ben satın alıyorum,
öyleyse varım. Aslında bir şekilde bu
sahneden aşağı atlamanın tam zamanı, kendimizin kurduğu bu sahne ve
adına yaşamak dediğimiz. Daha fazla para kazan, daha çok al, daha fazla biriktirmek,
toplamak, satın almak... Varlık, varlık, varlık. Küçük çocuklar gibi. Dünya’ya hakim olmuş, ancak henüz olgunlaşmamış
çocuklar gibi. Karşı durmak? Herşey
düşünüldü mü? Meister Eckhardt ve Marx,
Freud ve Fromm. Ve? Bütün bu düşünürlerin söylediklerinin yararı oldu mu? Akıl
gökyüzüne doğru büyür, çözümlenmiş genler, roketler, veri dağları oldu sayın
baylar... Batı yarımkürenin bir sakini olarak, hiçbir şey ama bir köle,
tüketimli bir köle olmak için şimdi herşey daha mümkün görünüyor. Çin’den
herşeyi yok pahasına, daha fazla seri üretim bekliyoruz. Alçalmış ve önemsiz
olarak çöpe dönüşmüş dünya, hurda ve çöpe boğulma ve ölüm... ölümün
alacakaranlığı. Yoksa değil mi? Söz gelimi, bir yıl önce, süper hızlı
bilgisayarına ne kadar para harcadın? Gerçekten ihtiyacın varmıydı? Ve o tüm hız
ve donanımına rağmen, bugün ne kadar yavaş! Kaça satabilirsiniz? ... Belki
hediye ederseniz birisi alırmı dediniz? Gerçekten mi? Tebrikler.
Ne kaldı? Sana soruyorum, ne kaldı? Insanlar arasındaki güzel ilişkiler mi?
Benim Shakespeare yanımda olsaydı ... Hayır, bölümler okuduğum kitabı
kastetmedim...Hani birden bire duygulanmak, sevinç hislerine kapılmak için
okuduğum kitap. En azından Hermann Hesse
şiirlerini okuyorum. Klara’nın getirdiği kitabı yani. Onlar Yatağımın
başucundaki sehpanın üzerinde duruyorlar. Hayır, Shakespeare, İrlanda terrier
cinsi köpek, aklımdan çıkmayan. Onun görüntüsünü
özlemle hatırlıyorum. Kat, kat tüyleri ile Hindistan cevizinden yapılmış paspas
gibi duruyordu. Onu kimsesiz hayvanlar barınağına
götürdüklerinde, on iki yaşında olmasına rağmen yine keyifliydi. Onu sığınma evine,
beni hastaneye. Kurallara uygun ve güvenilir gerçekleşti herşey! Hâlâ hayatta
mı, benimle uzun süredir birlikte olan köpek? Ölürse onu nerede gömmecekler? Gömülecek
mi, yoksa yakılacak mı? Onu çok, çok özledim. Gözleri, onun güzel
kahverengi-gri-mavi, içinden parlayan gözleri. Ben onlara bakınca, sonsuzluğu
göreceğimi düşünürdüm. Onun sahip olduğu harika köpek ruhu sayesinde buna
inanırdım. Evet, gülmeyin ve alaya almayın. Hissetmet, köpeğimin ruhunu
hissetmek! ... Size söylüyorum, hiç bir köpeğin gözlerinin içine baktınız mı?
Bir uysal inek, bir uysal at, bir koyun, oldukça yünlü, mır mır eden bir kedi
veya köpek, sahibini bir süpermarket önünde bağlanmış bekliyen? Hiç mi bir
hayvanat bahçesinde cam ya da demir bir
kafeste bir goril, şempanze ve orangutan ile duygu dolu iletişim kurmak mümkün
oldu mu? Kim kime bakıyor? Hatta bir nesil önce de Pigmeler ve Patagonians, cüceler
ve dev gibi insanlar kasaba fuarlarında sergilendi ... Eğlenceli bir gösteri, üstünlük
duygusu yüksek! Gerçekten düşünmeyi beceremeyenler tatmin oluyorlardı mutlaka. Yoksa
hiç bir kaplumbağa’da mı görmediniz, bizden önce, milyonlarca yıldır kendi mükemmellik yaratılışını
sürdüren harika yaratık. Ve hala hayatta kalmak için mücadele eden, çırpındıkça bencillik içinde batan dünyayı
bilgece izliyor.
Hayvanlar ne sakinler farkettinizmi? Onlarla herşeyi cömertçe
paylaşabilirsiniz. Eğer kendi hırs ve maddi çıkarlarınızdan kendinizi
kurtarabilirseniz. Size güvenebileceklerini anladıklarında bağlanırlar. Onlarda
ne hırs, ne şehvet ne de bencillik var... Hayvanlar akıllı yaratıklar değil diye
düşünebilirsiniz. Merak etmeyin, onun kötü bir düşüncesi yok bakışında. Dünya
ile iletişim sağlamak isteyen hassas bir ruh, zihine sahipler onlar. Ve kendi
hassas ruhumuz yok olmamışsa, onların bakışlarında uzak geçmişimizi görmek mümkün
olabilir. Tabii ki, istediğimiz ve yalnızca bizim iç benlik tarafından uzun
yıllar boyunca zihnimize yerleşmiş olan zırhı parçalayabilirsek... Hayvan
hepimizi, algılamak, bizi görmek için anlamlı gözleri ile dipsiz derinliklerine
davet ediyor. Olduğumuz gibi, modern hayatın tüm kısıtlamalarından soyutlanmış
halimizle. O zaman göreceksiniz doğa ve insanlık ilişkilerinin ne kadar
kesintisiz olabileceğini, iki ayrı dilde konuşsak da birbirimizle aanlaşabiliriz. Ve aynı
dünyamızın, doğamızın, geldiğimiz aynı kökenin
geçmiş hikayesini dinleriz onlardan. Yani, buluşların yok ettiği,
kontrolüne aldığı ruhlarımızın kökenlerini buluruz.
Bazen ücra mezrada bir kuş
çağırınca / Veya rüzgar dallarda estiğinde / Veya uzaklarda bir köpek
havladığında / Ben uzunca dinler ve susarım / Benim ruhum geri geliyor /
Unutulmuş binlerce yıl ötesinden / Kuş
ve esen rüzgar / Bana benziyorlardı ve biz kardeştik / Benim ruhum bir ağaç,
bir hayvan ve pamuk yığınına benzeyen bulut olacak/ Ve yabancılaşarak bana
dönecek ve bana geçmişini soracak / Söyleyin bana / Nasıl cevap vereyim ona?
Varlığmızın nedeni olan duygularımızla bağlantımızı, çok uzun bir elektrik telini kesmek gibi, bizim hassas ruhlarımız için gerekli olan, orijinal duygularımızla bağlarımızı kesmek değilmi bu içinde bulunduğumuz durum? Barışı korumak - hatta zihinimizde kendi barışımızı - katma değer uğruna, ihtiyaçların tatmini uğruna, komşularımız ne der uğruna kariyerimizi korumamız, dört, dörtlük politika, ben ev sahibiyim demek uğruna tüm bu saçmalıklar. Sanki altmış yaşındakilerin, yirmi yaşındakilerin sahip olduğu gibi kusursuz vücut istiyor gibiyiz.
Neden insanlar ev hayvanları ile yaşar? Bu sadece insanlar arasında eksik olan ilişkiye duyulan
özlem yerine, inanıyorum ki, yakınlık için, aynı zamanda ve belki de her şeyden
önce, özgün bir özlem, uzak geçmişimize duyulan özlem. Duygusallıkta hayvanlar
bizden önde. Kendilerine yabancılaşmadıkları için, yabancılaşmışı da taklit etmiyorlar.
Oldukları gibiler. Tanrım, Shakespeare nasılda deli gibi üzerime atıldı, tam
dış kapıyı kapatırken. Bir saat sonra yeniden kavuşma sevinci ile havalara
sıçradı. Aynı zamanda da korktuğunu belli ederdi hemen, araba, otobüs veya
trenle bir yere gitmek zorunda kalınca. Hayır, bundan hiç hoşlanmazdı. Hemen
kıvrılır, küçücük olurdu ve gözlerinin feri söner, kulakları düşerdi. Ve o
benim davranışlarımı kendi duygularında bir ayna gibi tekrar ederdi. Ben
üzüldüm mü, o da üzüntülü, ben mutlu, sevinirdi benimle. Sonra, tekrar, onun arkaik iştahını, onun
açgözlülüğü çıkardı ortaya, yemek görünce...
Bir eşeke vurulunca çıkardığı sesle, bir piyano tuşuna basınca çıkan ses aynı. Bir organ, bir düğmeye basmak gibi temelde aynı ve daha sonra gelen bir alarm sesi verir. Descartes’in belki de hakkı vardı! Hayvanların ruhsuz makineler olduğuna inanıyormusunuz? Vücut var ama duygusuz , ruhsuz bir makineye her şey yapma izni verilir: ... işkence, sömürme, kullanmak, işi bitince tut at. Sizi sıktım mı? Biraz kıvranıyorsunuz gibi geliyor bana, daha fazla dinlemek istemiyorsunuz. Size teşekkür etmek niyetinde değilim. Size ne mi sunuyorum? Hasta bir kadının bakışları. Yatakta sırt üstü yatan, son düşüncelerini dile getiren, bununla da Sizi düşünmeye çağırdığına ve dinlenildiğine inanan bir kadın. ‘Bu kadın gerçeklerden çok uzak’mı diyorsunuz? Haklı olabilirsiniz! Ama gerçek bir yabancılaşma, tam olarak insanın kendisinedir..
Nerede kalmıştım? Hayvanlara işkence yapma hakkını kim verdi insanlara? Hayvanlara işkenceye izin verilen bir toplumda, insanların hali ne olur? Hayvanlar, gözlerinde kendi uzak geçmişimizi gördüğümüz yaratıklar. Sizce hayvan yetiştiricileri ne hissediyorlar, kendisine emanet edilen siyah rakamlı varlıklar! Yine de duygularının körelmiş olduğunu düşünmüyorum, aksi takdirde böyle bir meslek olmaz. Geceleri yaptığı kötü davranışlardan ötürü, kötü rüyalar, terden gece sırılsıklam uyanmak. Bir köpeği korkutmak, kötü kokulu lapa ile beslemek. Küçük domuz yavrusu kan içinde, köşe dişleri kırılmış, testisleri çıkarılmış.
Yeni bir davranış kültürü yaratmak lazım, türdeşlerine ve hayvanların haklarına
saygılı bir toplum. Diğeri sadece gösteri olabilir. Yeterince ısıtılmamış, altlarında
saman serilmeden, metal üzerinde duran, kısa hayatını çok dar bölümlerde
geçiren, sadece faiz, masraf ve hayvan olabilirler... Her şey ucuz et için.
Sessizce istenilen parayı verin- eko-kasap aptalları- dört misli ödeme fişleri....
ya da bir vejetaryen olacaksın ... Ama ben size diyorum, bu bir deplasman. Bu
gidişat bir gün - o yakın ya da uzak, bilmiyorum - ölümcül olacaktır. Son
yıkım.
İnsanlar ve hayvanların tek dünyaları var. Descartes ne diyor? ‘ Onlar ihtiyacı olan şeyleri ona verdiler: soğuk günlerde giymek için yün, doyurmak için süt, et, ısınmak için gübre. Bir karşılıklıksız yarar. Çünki ortak bir yaşam vardı. Son derece huzurlu, rahat bir yaşam.’Oh, evet, bizim dünya ilerlemiştir. Sadece onları çevreleyen doğa değil, insanlık kendi bedenlerine, ruhlarına yabancılaşmış. Hastalık, yaşlılık ve ölüm. Soyluların odaları olduğu gibi, köylülerin de evleri vardı. Bugün, sosyal açıdan kabul edilebilir olmayan – ıstisnalar hariç- artık hastane, bakım evleri var. Ne çocuklar, ne de anne-baba-kardeşler var. Yaşlılık, hastalık, ölüm, iğrenç şeyler olarak görülüyor artık. Her şey temiz, steril olmalıdır. İnsandan, hayvandan, doğadan kaçış.
Garip, ama gerçek, bu güne kadar sokakta, kapalı alanlarda bu kadar çıplak insan görülmedi. Televizyonda, reklam panolarında, gazetelerin sayfalarında. Kadınlar ve erkekler. Aslında, hayvani zamanlarımıza dönüşün bir işareti! Yoksa başka bir şeymi dersiniz? Yüzeysel, güzel gövde estetize edilmiş, ufak tefek hatalarda bilgisayar sistemi ile kamufle edilmiş. Hayali insanların görüntüleri. Hiç bir insan vücudu kusursuz, tam temiz ve kokusuz, steril değildir. Bu tür insanlarla asla karşılaşılmaz. Ama siz, kendiniz temiz, kokusuz, steril ortamlara girebilirsiniz! Mükemmel bir vücut, muhtemelen hemen hemen hiç olamayacak, ancak bu yanılsama takip edilip, kendinizi memnun etme hayallerine kapılabilirsiniz. Bunlar bir istisna olur. Ben, yakında tüm orijinal görüntülerden tiksinti hissedeceksiniz deme cesaretini gösteriyorum. Eğer geçmişe bir zaman makinesi ile yolculuk yapmak mümkün olsaydı, her çağda insanın kokusu olduğunu görürdünüz.
Hayvan-insan – hayvan kokusu. Yüzlerce işçinin çalıştığı yerlerde, Ortaçağ, Rönesans ve Barok çiftlikde, soylu odalarında her zaman vardı, var. Temizlik maddeleri ve deodorantlar ile kimya sanayi, günümüzün uygar ve muzaffer kokusunu tamamladı. Evcil hayvanlar da bile. Aynen böyle. Köpekler için şampuan, kulak kokusu yanı sıra pire koruma bantları, spreyler. Hassas köpeklerin pençelerinin bakımı için krem, temizlemek için tek kullanımlık mendil ...
Biz, köpek ve
çocuk, koca ve eş, anne, baba, kardeşler, teyzeler, amcalar, kuzenler, kız ve
arkadaş ... Neden onlarla birlikte değiliz? Neden? Dünyamız daha insani
olmayacakmıydı?
Genç hemşire geldi, henüz kaşık değdirmediğim püreyi alıp gitti. Iki dakika
içinde başka birşeyle gelecek. Benimle konuşacak mı? Hayır, bunun için zamanı
yok. Zaman burada masraf demek. Yarım saat sonra genç pratisiyen kızla birlikte
yatağımı yapmaya damlar mutlaka. Deneyli elleri ile, hızlı hareketlerle. İğnesi
masanın üzerinde hazır ve gece hapları kutusu yanında. Ve "iyi
geceler" diyecektir. Bedenim sanki bir büyü ile kaplı. Onu ağrısız ve
kokusuz yapma, onu temizlemek için lastik eldiven ile yaklaşırlar. Duygularıma
dokunamıyacaklar. O hala orada ruhtur. Aklım uyanık... uyanmış. Kimse benliğimi
alamaz benden. Ölümcül hasta olmadıktan sonra. Yanımda ruhum var, yalnız
değilim...
Klara’yı özlemle bekliyorum. İki gün sonraa gelecek. Melankolik, güzel gri-mavi gözlü, kahverengi köpek yanında olmadan. Sık, sık, onunla nehire doğru giderdik. Çocuklar gibi neşelenir, koşar, oynardı benimle. Şu anda olduğu gibi, hemen her zaman güneş batımında. Ben hastanenin onuncu katında, batıya bakan pencere yanındaki yataktayım. Mevsim yaz ve güneş ışıkları yansıyor odaya. Ruhum bir ağaç / Ve bir hayvan ve kat, kat bulutlar / Yabancılaşacak ve geri dönecek bana. / Ve soracak bana / Ne cevap vereyim?
Kommentare
Kommentar veröffentlichen
Görüş